YAHUDİLİK (MÛSEVÎLIK)
Yaşayan
ilâhî kaynaklı dinlerden, mensûbu en az olan bir din. Günümüzde yeryüzünde
yaklaşık 15-24 milyon dolayında Yahûdî vardır. Yahûdili'ğin, dinler tarihinde
özel bir yeri bulunmakta ve bu din, en eski ilâhi kaynaklı din olarak
nitelendirilmektedir. Mâzisi birkaç bin yıl geriye giden bu dinin başta gelen
özelliklerinden biri İsrail oğulları ile Tanrı arasındaki "ahd'e kutsal
kitaplarında geniş yer ayrılmasıdır. Bu nedenle bu din, bir "ahid dini" olarak
da bilinmektedir. İsrail oğullarının başına gelen bütün sıkıntıların, onların bu
ahde uymamaları, verdikleri sözü tutmamalarından ileri geldiği, hem kendi
mukaddes kitaplarında, hem de Kur'an-ı Kerîm'de belirtilmektedir.
Bu din, Bâbil Sürgünü'nden sonra millî bir din haline getirilmiştir. Ancak bu
din, tek Tanrı'ya, vahye dayanan mukaddes kitâba ve peygamberlere yer vermesiyle
millî dinlerden; millileştirilip bir ırka tahsis edilmesiyle de, ilâhî dinlerden
farklı bir durum arz etmektedir. Aslında bugünkü Yahudiliğin bir din mi, ırk mı,
yoksa millet mi olduğu, pek net değildir. Tartışmaya girmeden onun kendine has
özellikleri ve nitelikleri bulunan bir din olduğu, benzerinin bulunmadığı ve bu
yüzden de tanımının zor olduğu söylenebilir. Çünkü Yahûdilikte din ve ırk içiçe
girmiş olduğundan birini dinlerinden ayırmak güçtür. Onun en güzel tanımını,
mukaddes kitaplarında yer alan "Balam" hikâyesindeki şu cümle yapmaktadır: "İşte
ayrıca oturan bir kavimdir ve milletler arasında sayılmayacaktır"(Sayılar,
23/9).
Yahudiler, mukaddes kitaplarında yer alan ifadelere dayanarak kendilerini, dünya
milletleri arasından seçilmiş kavim olarak görürler. Tanrı, bu kavmi Sina'da
kendine muhatâp kılmış, onlarla ahidleşmiş, onlardan buyruklarına uyacakları
konusunda söz almış ve Hz. Mûsa'nın şahsında onlara Tevrât'ı göndermiştir. Bu
dinin odak noktası, Kudüs'deki "Mâbed"dir. Tahribinden önce bu Mâbed'in bir
odasında "Ahid Sandığı" bulunmaktaydı. Yahûdiliğin sembolü, "Yedi kollu şamdan"
ve "altı köşeli yıldız" (Hz. Dâvûd'un yıldızı)dır.
Yahudiliğin Tarihi Seyri
M. Ö. İkinci bin yılın başlarında Yahudilik Hz. İbrahim'in oğlu İshak'la sahneye
çıkmıştır. İshak'tan sonra Yakub (a.s) yerine geçti (İbn Haldun, Tarih,2/40).
Yakub'un diğer adı "İsrail" idi. Dolayısıyla Yakub'un oğullarının adıyla anılan
on iki kabile de İsrail oğullarını oluşturdu. Bundan sonra Yusuf (a.s)'un daveti
(Taberî, Tarih,1/185) üzerine Yakub ve oğulları Mısır'a göç ettiler (İbn Esir,
Kâmil, 1/155).
Yahudilik, sözün tam manasıyla İsrail oğullarının Babil'de geçirdikleri
sürgünden sonra inkişaf etmiştir. Oradan Filistin'e döndükten sonra (M.d. 538)
İlahi şeriatı bildiren Tevrat, daha fazla bütün hayatın merkezi sanılmıştır.
Yahudilere mahsus hükümleri havi Tevrat'a göre, Yahudiler yabancılarla
evlenemezler. Bu durumda kendilerini ileride üstün ırk saymalarına kadar vahim
sonuçlara ulaşmıştır (A. Schimmel, Dinler Tarihine Giriş, 110).
M. Ö. İki binlere değin İsrail oğulları Mısır'da üçüncü sınıf insan muamelesi
gördüler, orada tutsak kaldılar. Ta ki kavmin içinden (İsrailoğullarından)
Musa'nın, onları Firavun'un zulmüne karşı Hak'la gelip kurtulmalarına kadar.
İsrailoğulları Ken'an iline ulaşarak kurtuldular. Musa, Şeriatıyla
İsrailoğullarına iki özellik kazandırdı. Biri, Allah'ın kanunlarına itaat etmek,
diğeri ise isyana, başkaldırmaya yönelten bir tabiat hali.
Ken'an ülkesinde başta Filistinliler olmak üzere çeşitli topluluklarla savaşmak
zorunda kalan Yahudiler, İ.Ö 990 dolayında Hz. Davud'un peygamberlik ve
liderliğiyle bileşik bir devlet (krallık) şeklinde örgütlenerek Kudüs'ü ele
geçirdiler.
Hz. Davut'a (a.s) gönderilen Zebur adlı semavi kitap, Tevrat'ın hükümlerini
tasdikleyici olarak geldi. Bu yüzden Yahudilik İsa'ya kadar sürecektir.
İ. Ö. Dokuzuncu yüzyıldan beşinci yüzyıla kadar Aramiler, Asurlular ve
Babillilerle çeşitli savaşlar sürmüştür. Babilin Yahuda Krallığını ele geçirmesi
ile İsrail oğulları yeni bir sürgün dönemine giriyordu.
Yahudilik kendi tarihinde Büyük İskender'in İ.Ö. 322'de Filistin'i ele geçirmesi
ile İ.Ö. 4-2 y.y'lar Helenistik bir dönemin başlangıcı olmuştur. Helenistik
dönemde Suriye, Anadolu, Babil ve İskenderiye'de Yahudilik önemli merkezler elde
etmişti. Bu dönemde Yahudiliğin kutsal metinleri Yunanca'ya tercüme edildi.
Mısır'da zengin tarih, şiir, felsefe birikimi Yunan bilgisiyle oluştu.
Bu dönem için biraz farklı bilgi şöyledir: Aşağı yukarı M.Ö. Üç yüz senesinden
M.Ö. yüz beş senesine kadar Yâhudi dini büyük bir devir yaşamıştı. Selevkyalı
hükümdarların, Yahudileri Helenistik fikir ve siyaset sistemlerine mecbur
bırakmalarına karşı 175-143 seneleri arasında Makkabe'lerin isyanları sayesinde
Yahudiler evvela dinî, sonra da siyasî hürriyet elde etmişlerdir.
Selevkyalıların devrini müteakip Romalı hakimiyet devrinde tekrar Filistinli
vatanperestlerin birçok isyan hareketleri meydana gelmiştir.
O zaman da, Eski Ahid çeşitli kaynaklardan gelen, çeşitli yazar tertip
edicilerin izlerini gösteren rivâyet, hikayet, tarihi ve şairane kısımlarının
bir kül haline getirilmesinden sonra şimdiki şeklini almağa başlamıştır (A.
Schimmel, Dinler Tarihine Giriş, III).
"Yahudiliğin Helenistik dönem"i İ.Ö. 63-İ.S.135 arasında süren Roma egemenliğine
kadar devam etti.
Roma egemenliği sırasında bağımsız devlet fikri yoğunlaştı. Hristiyanlığın
ortaya çıkmasıyla birlikte o yıllar Yahudilik en önemli mezhep çatışmaları
yaşadı.
Birbirini takip eden başarısız ayaklanmalar Yahudilikte büyük yıkıma yol açtı.
Bunun ardından (doğal olarak) Yahudilik kendi içine dönmeye başladı. Bu dönem, "Talmud'un
geliştirilmesi" adıyla II. yüzyıldan XVIII. yüzyıla değin sürdü. Filistin ve
Babil'deki amoralar Filistin ve Babil talmudlarını vücuda getirdiler. Bunlardan
Babil Talmudu Yahudi yaşamının o zamanlardaki temelini oluşturdu. Akdenizdeki
Yahudi topluluğu V. yüzyılda parçalandıysa da Yahudi takviminin korunması ve
hahamların çabalarıyla Avrupa'da Yahudi topluluğu tutunabildi. Diğer yandan
Filistin'den Babil'e geçen hahamlık kurumu Yahudiliğin Şeriat sistemini bu yeni
ülkenin şartlarına başarıyla uyguladı. VII. ve VIII. yüzyılda İslâm'ın
genişlemesiyle birlikte "goon" adıyla anılan Babilli Yahudi önderler kendi
geleneklerini bütün yahudi toplumlarına ulaştırdılar.
Ortaçağda Yahudilik, kültürel köklerini Babil'e dayandıran Sefardi Yahudileri
(ki bunlar Endülüs-İspanya'da idiler. Bunlar Müslüman-Arap kültüründen
etkilenmişlerdir) ve Aşkenazi yahudileri (ki bunlar da Avrupa'nın latin-hristiyan
kültüründen etkilenmiş Fransız-Alman Yahudileridir) türünde biçimlenmişlerdir.
Yine XII. yüzyılda Alman Aşkenazileri arasında Hasidilik, XIII. yüzyılda
Provence ve Kuzey İspanya'daki Talmud akademilerinde ortaya tefekküre dayalı
olarak çıkan bir Kabala türü de Yahudi mistisizminin en tipik örneklerini
oluştururlar. Bütün bu sayılan kültürlerin arasında çeşitli çatışmalar ortaya
çıktı. Gerek bu çatışmalar, gerek hristiyan yöneticilerin baskıları ve gerekse
1306 yılında Fransa'dan Yahudilerin sürülmesi Yahudi kültürünü çözümsüz ve
bağlılarının açıktan dinî bağlılığı söyleyememesi dolayısıyla dinin bağlılar
açısından kendi içinde kalmasına sebep olmuş, bu durum XVIII. yüzyıla kadar
sürmüştür.
XVIII. yüzyıldan sonraki en önemli hareket Haskala adıyla bilinen Yahudi
aydınlanması olarak gerçekleşti. Bu dönemde Haskala özellikle Rusya'da ruhbanlık
karşıtı bir harekete dönüştü, toplumsal ve ekonomik reform talepleriyle birlikte
gelişerek yayılma ortamı buldu. Batı Avrupa'da 1800-1815'te Napolyon döneminde
başlayan "Yahudi Reformu Hareketi" de Haskala'ın ürünü sayılır. Reformcu
yahudilik Almanya'da 1840'larda kurumlaşırken Avrupa'nın büyük bölümünde
başarısız kaldı. Ancak ABD'de yaygınlaştı.
Yine bu yıllarda "fanatik yahudilik" (1845) Almanya'sında görüldü. Fanatik
Yahudilikte de günümüze değin sürecek gelenekçilik hakimdi.
XIX.y.y'larda dindışı özellikleriyle "siyonizm hareketi" reform hareketlerinin
sonuçlarından birisi olması açısından önemlidir. Siyonist hareket ulusal
canlanma ve ana yurda dönme yönünde geliştirdiği plan ve programla 1948'de
İsrail Devleti'nin kurulmasını sağlayacak kadar Yahudilik açısından başanlıydı.
II. Dünya savaşı sıralarında Nazi Almanya'sının giriştiği Yahudi soykırımından
bu yana Yahudilerin yerleşim açısından temel olarak Avrupa'nın dışında İsrail,
SSCB ve ABD'de toplandıkları dikkat çeker.
Günümüzdeki Yahudi İsrail Devleti resmen "gelenekçi yahudiliği" benimsemiştir.
Bu genel bilgiden sonra, bu kavmin dünya literatüründe "Yahûdî, İbrânî, İsrail
oğulları" gibi terimlerle adlandırılmasının kısaca açıklanması yapılacaktır.
Çünkü konunun iyi anlaşılabilmesi bu terimlerin bilinmesine bağlıdır:
Yahudî: Hz. İshâk'ın oğlu Hz. Yâkûb'un on iki oğlu vardı; dördüncü oğlunun adı "Yuda"
veya "Yahuda" idi. Bu nedenle onun adına dayanarak İsrailoğullarına, "Yahudî"
denmiştir. Filistin'in göneyinde kurulan Yuda veya Yahuda Krallığı da, ayrıca bu
adın kaynağı olarak ileri sürülmektedir. Çünkü (Ürdün'ün batısı, Samiriye'nin
güneyindeki bölge, yuda veya Yahuda adına nisbet ediliyordu. Esaretten sonra
genel olarak halk "İsrailliler" diye adlandırılırken, şahıslar birbirine
"Yahudi" diyorlardı.
Böylece onların torunları da günümüze kadar bu adla anıldılar.
İbrânî: Bu kelime, "İbrî" veya "Hibrî" kelimelerinden gelmektedir. Bu kelimeler,
M.Ö. XV-XIV. yüzyıllarda Filistin'de görülen göçebe bir kabîlenin adıdır; "öte
tarafın insanları" anlamında, Fırat ve Ürdün nehirlerinin öbür kıyısından gelmiş
olan göçmenleri ifade eder. Yahûdîlere bu ad, Ken'an ülkesinin yerlileri
tarafından verilmiştir. Bu konuda Yahûdî mukaddes kitabında bilgi verilmektedir
(Tekvîn, XI/27-28; Tesniye, XXVI/5-6).
İsrâîl: Bu kelime, Tanrı ve insanlarla güreşip yenen anlamında Hz. Yâkûb'a,
Tanrı tarafından verilmiş bir lâkabdır. Bu husus, Tevrât'ta yer almaktadır
(Tekvîn, XXXII/28; XXXV/9-15; Hoşea, XII/4-5). Yahûdi Ansiklopedisinde kelimenin
asıl anlamının belirsiz olduğu, Tevrat'ta "Tanrı ile güreşen" şeklinde yer
almasına rağmen, "Tanrı ile mücâdele eden" anlamına gelebileceği
belirtilmektedir. (The Universal Jevish Encyc, V/613). Taberî ise, Hz. Yâkub'a
gece içinde Allah'a giden anlamında "İsrâil" dendiğini yazmaktadır (Taberî,
Thiru't-Taberî, I/320). Ayrıca on iki Yahudî kabîlesi de "İsrail" adıyla
anılmaktadır (Çıkış Hurûc, III/16). Ancak, bu adın, Hz. Süleymân'dan sonra ikiye
ayrılan ülkenin kuzeyinde kalan bölümünü teşkil eden kabîlelerin krallığını
nitelendirmek üzere kullanıldığını belirtmek gerekir. Bununla birlikte Bâbil
Sürgününden sonra Yahûda (Yuda)'ya geri dönen İbrânîler, Yahûda kabilesine
mensup olmalarına rağmen, genel olarak "İsrailliler" adını aldılar.
Yahûdî inancına göre bu ad Yâkûb'a, Tanrı tarafından verilmiştir. Bu nedenle
Yahûdîlik milli bir din, Yahova da millî bir tanrı olarak kabul edilmiştir.
Onlara göre İsrail oğulları seçkin bir kavimdir. Sonraları bu ad genelde, bütün
Yahudileri kapsayacak bir biçimde kullanılmıştır. Bugünkü Yahudi Cumhuriyeti de
bu adı kullanmaktadır.
Bu kavim, Ken'an diyarına (Filistin) yerleşmeden önce "İbrânî", orada
"İsrailliler", Sürgün'den sonra da genelde "İsrailoğulları", ferden "Yahudi"
şeklinde adlandırmıştır. Ancak bu üç terim, birbirinin yerine kullanılmış ve
halen kullanılmaktadır; yani, üçüyle de aynı din mensuptan ve aynı topluluk
ifade edilmektedir (G. Tûmer-A.Küçük, Dinler Tarihi, 110-111; Dinler Tarihi
Ansiklopedisi, II 361 vd).
Tevrât'a Göre Yahûdîliğin Tarihçesi
Yahûdîliğin tarihçesi, onların kutsal tarihini oluşturan mukaddes kitaplarına
dayanır. Mukaddes kitap, âlem'in ve ilk insanın yaratılışından, peygamber
Malaki'ye kadar geçen olayları içinde bulundurur.
Samî ırkından sayılan İbrânîler, kildânilerin Ur şehrinden çıkıp Harran'a
gelirler (Tekvîn, XI/27-30). Yahve (Tanrı), Abram'a (Hz. İbrahîm) Harran
bölgesinden, Ken'an diyarına göçmesini buyurur. O da karısı Saray'ı, kardeşinin
oğlu Lut'u (Hz. Lût) ve Harran'da kazandıklarını da yanına alarak Ken'an
diyarına varırlar. O zamanlar orada Ken'ânîler bulunmaktaydı. Tanrı, Abram'a
görünüp o ülkeyi, onun nesline vereceğini bildirir. Abram da, kendine görünen
Rab için bir mezbah (kurban kesme yeri) yapar. Memlekette kıtlık çıkınca Abram,
Mısır'a gider. Mısır'a yaklaştıklarında Abram, karısı Saray şöyle der: "İşte
biliyorum ki, sen görünüşü güzel bir kadınsın; ve olur ki Mısırlılar seni
görünce: Bu, onun karısıdır derler ve beni öldürürler, fakat seni sağ
bırakırlar. Senin yüzünden bana iyi davranılsın, senin sebebinle canım yaşasın
diye: Onun kız kardeşiyim' de. Ve vâkî oldu ki, Abram Mısır'a girdiği zaman,
Mısırlılar kadının çok güzel olduğunu gördüler ve Firavun'un emîrleri onu
gördüler ve onu Firavun'a medhettiler; kadın, Firavun'un sarayına alındı. Ve
onun yüzünden Abram'a iyi davrandı; ve onun koyunları, sığırları oldu. Ve Rab,
Abram'ın karısı Sara'dan dolayı, Firavun'u ve onun sarayını büyük vuruşlarla
vurdu. Ve Firavun, Abram'ı çağırıp dedi: Bana bu yaptığın nedir? Bu senin karın
olduğunu niçin bana bildirmedin? Niçin, Bu benim kız kardeşimdir' dedin, ben de
onu karı olarak aldım ve şimdi, işte karın, al ve git! Ve onların hakkında
Firavun adamlara emretti; ve onu ve karısını ve kendisine ait olan her şeyi
gönderdiler" (Tekvîn, XII/1-20).
Abram ve beraberindekiler, Mısır'dan böylece ayrıldılar. Çok zengindirler.
Çobanları arasındaki bir tartışmadan sonra Abram'la Lut, birbirinden ayrılırlar.
Lut, doğuya doğru gider. Abram ise, Ken'an diyarında oturur. Abram, bulunduğu
bölgede hakimiyetini kabul ettirir ve bu arada esir edilen kardeşi (daha önce
kardeşinin oğlu olarak belirtilir. Bkz. Tekvîn, XII/5. Karş. Tekvîn, XIV/14-16)
Lut'u kurtarıp yanına alır (Tekvîn, XIII-XIV. Bâb.).
Bu olaylardan sonra Rab, rüyâsında Abram'a görünür, ona yardım edeceğini
bildirir. Abram, O'ndan zürriyet ister. Tanrı da vereceğini vâdeder. Karısı
Saray'ın teklifi üzerine câriyesi Hacer ile evlenir ve ondan İsmail doğar. Bu
sırada Abram, seksen altı yaşındadır (Tekvîn, XI-XIV. Bâb). Doksan dokuz yaşına
geldiğinde Tanrı ona görünür ve onun zürriyetini çoğaltacağını bildirir. Bunun
üzerine Abram, yüzüstü düşer ve Allah, onunla şöyle konuşur: "Ben ise, işte,
ahdim seninledir ve birçok milletlerin babası olacaksın ve artık adın Abram
(yüce baba anlamında) çağırılmayacak, fakat İbrahim (cumhûr -halk, umûm-'un
babası anlamında) olacak; çünkü seni birçok milletlerin babası ettim. Ve seni
ziyâdesiyle semereli kılacağım ve seni milletler yapacağım ve senden sonra
zürriyetini, Allah olmak için seninle ve senden sonra zürriyetinle benim aramda
ahdimi, nesillerince ebedî ahid olarak sabit kılacağım. Ve senin gurbet
diyarını, bütün Ken'an diyarını, sana ve senden sonra zürriyetine ebedî mülk
olarak vereceğim ve onların Allah'ı olacağım" (Tekvîn, XVII/1-8).
Allah, İbrahim'den ve zürriyetinden gelecek olanlardan ahid olarak her erkek
çocuğun sünnet edilmesini ister. Yine Allah, İbrahim'e, karısı Saray'ın, bundan
sonra Sara (prenses anlamında) olarak çağırılmasını ve ondan bir oğul
vereceğini, adının da İshak olacağını bildirir. Böylece Sara, Hacer'i
kıskanmaktan kurtulmuş olacaktır.
İbrahim, ahid gereği, kendisi doksan dokuz, İsmail de on üç yaşında iken, aynı
gün sünnet olurlar. Öte yandan Sara, İshâk'ı doğurur. İbrahim, oğlu İshâk'ı
sekiz günlükken sünnet ettirir. Çocuk büyüyüp sütten kesildiğinde İbrahim, oğlu
için büyük bir ziyâfet verir. Bu sırada İsmail'in güldüğünü gören Sara,
İbrahim'den, onu kovmasını ister. Bu durum İbrahim'e kötü görünür. Ancak Allah,
İbrahim'e, Sara'nın dediğini yapmasını, çünkü neslinin, İshâk'ın adıyla
çağrılacağını söyler. Hacer, İsmail'i alıp çöle gider (Tekvîn, XVII/19-27;
XXIXII. Bâb).
Bir gün Allah, İbrahim'i denemek için, ondan biricik oğlu İshâk'ı kurban
etmesini ister (İslâm'a göre Hz. İsmail) İbrahim emri yerine getirmek üzere bir
mezbah yapıp bıçağı eline aldığında Rabb'ın Meleği göklerden ona çağırıp çocuğu
boğazlamamasını, çünkü emri yerine getirdiğini bildirir. Bunun üzerine İbrahim,
gözlerini kaldırdığında, çalılıkta bir koçun hazır olduğunu görür ve onu kurban
eder. Bu olay üzerine Rab, ona, sözünü yerine getirdiğinden dolayı, zürriyetinin
düşmanlarının kapısına hâkim olacağını ve zürriyetinden gelen bütün milletlerin
mübârek kılınacağını bildirir (Tekvîn, XXV/1-20).
İbrahim, yüz yetmiş beş yaşında iken ölür. "Ve oğulları İshâk ve İsmail onu
Mamre karşısında olan Makpela Mağarasına, Hitti Tsohar oğlu Efro'nun tarlasına,
İbrahim'in Het oğullarından satın aldığı tarlaya gömdüler. İbrahim ve karısı
Sara, oraya gömüldüler ve vâkî oldu ki, Allah, İbrahim'in ölümünden sonra
İshâk'ı mübârek kıldı" (Tekvîn, XXV/8-11).
İshâk'ın çocuğu olmadığından Rabb'a yalvarır, Esav ve Yakub adlı iki oğlu olur.
Bir gün ülkesindeki kıtlık sebebiyle İshâk, Filistinlerin kralı Abimelek'in
ülkesi Gera'ya gider. Orada karısını, kızkardeşi olarak tanıtır. Durumu anlayan
Kral, niçin böyle yaptığını sorar. O da, elinden alınıp kendisine zarar gelme
korkusundan böyle yaptığını söyler (Babası Abram (İbrahim)in aynı hareketini
karşılaştırmak için bkz. Tekvîn, XII/10-20; XVI/6-12). Bunun üzerine Kral,
onları korur. Varlık sahibi olurlar. Ancak, Filistinler, onları kıskanarak
ülkelerinden çıkarırlar.
İshâk artık yaşlanmış ve gözleri görmez olmuştur. Bunun üzerine Yakub, babasının
sevdiği Esav'ın yerine, hîle ile kendisini mübârek kıldırır. Bunu öğrenen Esav
çok sinirlenir ve onu öldüreceğini söyler. Yakub, Harran'a gitmek üzere oradan
ayrılır. Gecelediği yerde, rüyâsında, yerden göğe doğru yükselen bir merdiven
görür. Bu merdivenden, Allah'ın melekleri çıkıp inmektedir. Başı, göklere
ermiştir. Rab, ona şöyle der: "Baban İbrahim'in Allah'ı ve İshâk'ın Allah'ı Rab
benim. Üzerinde yatmakta olduğun diyarı sana ve senin zürriyetine vereceğim; ve
senin zürriyetin, yerin tozu gibi olacak ve garba ve şarka ve şimâle ve cenuba
yayılacaksın ve yerin bütün kabîleleri senden ve zürriyetinde mübârek
kılınacaktır..." (Tekvîn, XXVIII/13-15)..
Yakub, uyanınca, "Burası Allah'ın evidir ve bu, göklerin kapısıdır" deyip oraya
"Beyt el-Lehem" (Allah'ın evi) adını koyar; yoluna devam edip Harran'a ulaşır.
Orada annesinin kardeşi Laban'ın yanında çalışır; onun iki kızı yanında, iki de
câriyeden on iki oğlu ve bir de kızı olur. Onları alıp Ken'ân'a babasının yanına
döner.
Yakub, çocuklarından en çok Yusuf (Yosef)'u sever. Bu yüzden kardeşleri onu
kıskanırlar. Yusuf, bir rüya görür ve kardeşlerine anlatır. Bu rüyâda,
"kardeşleriyle birlikte bir tarlada buğday demetleri bağladıklarını, kendi
demetinin dik durduğunu, ötekilerin demetlerinin ise, kendisininkinin çevresini
kuşatıp eğildiklerini" söyler. Kardeşleri, bu rüyâdan onun, kendilerine hâkim
olacağı anlamını çıkarırlar, ona karşı kin ve kıskançlıkları artar. Yusuf, bir
başka rüyâsında güneş, ay ve on bir yıldızın, kendisine secde ettiğini görür. Bu
rüyâyı babası ve kardeşlerine anlattığında, babası onu azarlayıp, "Gerçek ben ve
anan ve kardeşlerin yere kadar sana eğilmek için mi geleceğiz?" der. Kardeşleri
onu kıskanırlar, babası da bu sözü yüreğinde tutar. Yakub, Yusuf'u sürüleri
otlatmakta olan kardeşlerinin yanına gönderince onlar da onu, elbiselerini
çıkararak bir kuyuya atarlar. Daha sonra da kuyudan çıkarıp onu, Mısır'a giden
tüccarlara yirmi gümüşe satarlar. Babalarına, kardeşlerini bir canavarın
yediğini söyleyip, onun kana batırılmış entarisini gösterirler.
Yusuf, Mısır'da, Firavun'un bir memuru olan Potifar tarafından satın alınır.
Potifar'ın karısı Yusuf'a aşık olup, ilgisine karşılık görmeyince iftira ederek
onu hapse attırır (Tekvîn, XXXIX/20). Yusuf, hapisteyken, Firavun'un gördüğü bir
rüyâyı tâbir ederek (yorumlayarak) hapisten kurtulur ve Firavun'un yanında
önemli bir mevkie yükselir (Tekvîn, XLI/40). Daha sonra Filistin'de bulunan
babası Yakub ve kardeşlerini Mısır'a getirtir. İsrail oğulları, böylece Mısır'a
yerleşmiş olurlar (Tekvîn, XLIII. Bâb). Önceleri burada rahat bir hayat geçiren
Yahûdiler, zamanla büyük sıkıntılara, köleliğe düşerler (Çıkış, I/12-13). Onları
bu sıkıntıdan kurtarıp "Arz-ı Mev'ûd"a (Vâdolunmuş toprak Filistin'e) döndüren
Moşa (Hz. Mûsâ) olur (Tah. M.Ö, 1250).
Musa, Firavun ve ordusunun Kızıldeniz'de boğulup onları izleyememesi sonucu
Yahûdileri, Sina'ya getirir. Burada, Sina Dağında, Hz. Mûsâ'ya Tevrât ve On Emir
verilir. Yahûdiler Sina çölünde kırk yıl dolaşırlar. Mûsâ'dan sonra Yeşu onları
Filistin'e götürür (Çıkış-Hurûc, VII-XL. Bâblar; Yeşu, I-XXIV. Bâb). Filistin'de
Hâkimler ve Krallar devrinden sonra Kral David (Hz. Dâvûd, M.Ö. 1013-973),
Kudüs'ü alır ve Yahûdilerin en parlak devresini başlatır (bk. II. Samuel, V-IX.
Bâblar). Oğlu Kral Şelomo (Hz. Süleymân, M.Ö. 973-933), babası tarafından
hazırlatılan yere kutsal Mâbed'i inşa ettirir. O zamana kadar bir çadırda
korunan ve içinde On Emir tabletleri bulunan mukaddes Ahid Sandığı, Mâbed'in bir
odasına konur (bk. I. Krallar, V-IX. Bâblar).
Hz. Süleymân'ın ölümünden sonra krallık, güneyde Yuda (Yahuda), kuzeyde İsrail
olmak üzere ikiye ayrılır (I. Krallar, XI-XII. Bâblar vd.). On kabîle, İsrail;
ikisi de, Yuda Krallığına bağlanır. Önce İsrail Krallığı, Asurlular tarafından
M.Ö. 721'de; sonra da Yuda Krallığı Babilliler tarafından M.Ö. 586'da yıkılır.
Mâbed tahrîb edilir ve Yahûdiler, Babil'e sürgün edilir. Sürgünde Yahûdi halkı,
Ezra'nın çevresinde birleşir ve M.Ö. 538'de Kudüs'e döner. Mâbed, M.Ö. 520'den
sonra yeniden onarılır (bkz. Daniel, Ezra, Ester).
Yahûdi Mukaddes Kitabı, önceki peygamberler kadar, sonraki küçük peygamberlere
de yer verir. Bâbil Sürgünü döneminde İşaya, Yermiya (Yeremya) gibi peygamberler
gelmiştir. İlya-Mesih'ten önceki peygamber, Malaki'dir.
Yahûdi tarihinde Kudüs, İskender'den sonra Ağidler, Selefkî'lerin eline geçti.
Mâbed (Tapınak), M.Ö.168'de yağma edildi. Makkabî'ler, yeniden hâkimiyeti
sağladılarsa da, M.Ö. 63'de başlayan Roma esâreti dönemi, M.S. 70'de Roma'lı
komutan Titus'un, Kudüs'ü ve bu arada Mâbed'i de yakıp-yıkmasıyla sonuçlandı.
Yahudiler, dünyanın her tarafına dağıldılar. Mâbed'den arta kalan Batı Duvarı
(Ağlama Duvarı) yüzyıllarca onlarda millî ve dinî şuûru ayakta tutmuştur. Mesîh
inancının verdiği ümit, onlarda bu şuûrun devamlı varlığını sürdürmesini temîn
etmiştir.
Kur'ân-ı Kerîm'e Göre Yahudilik
Kur'n'da, Yahudilikten bahsedilen âyetlerin sayısı oldukça fazladır. Onlardan
"Ben İsrail", "Yahud" vb. deyimlerle söz edilen âyetler bulunduğu gibi, bir
bölümünde bazı peygamberler (Hz. Yakub... gibi) konu edilirken, Yahudilerle
ilgili olarak bilgi verilir. Ayrıca Kur'ân'daki "Ehl-i Kitap" deyiminin
şümûlüne, onlar da girerler.
Kur'ân'da, Yahûdiler ile ilgili olarak verilen bilgileri şöylece sınıflandırmak
ve sınırlamak mümkündür:
1- Allah tarafından Yahûdilere bahşedilen nimetler.
2- Uymakla yükümlü oldukları dînî hükümler.
3- Peygamberler tarafından kendilerine getirilen hükümlerle tebliğleri
değiştirmeleri ve doğru yoldan sapmaları.
4- Allâh'a karşı ahidlerini bozmaları, verdikleri sözden dönmeleri ve bunu
alışkanlık hâline getirmeleri.
5- Yaptıkları kötü işler yüzünden zillet ve meskenete uğramaları.
6- Yeryüzünde fesad çıkarmaya çalışmaları.
7- Bazı peygamberler ile sâlih kimselere iftirâ etmeleri veya onları
öldürmeleri.
8- Basit menfaatleri uğruna gerçeklere yüz çevirmeleri.
9- Allah'ın, Yahûdilere tavsiyeleri. Yahûdilerin tarihçesiyle ilgili olarak
Kur'ân'da, Hz. Musâ'ya kadar olan dönem hakkında yer alan bilgiler şu şekilde
özetlenebilir:
Hz. İbrahim, Ulu Allah'ın seçkin kıldığı peygamberlerden biridir (Alu İmrân,
33-34; Meryem, 58-59). O, ne Yahûdi ve ne de Hıristiyan'dır. O, müşriklerden de
değildir. Allah'ı "bir" tanıyan gerçek müslümanlardandır (Alu İmrân, 67, 95;
Meryem, 43, 47). Ulu Allah, onu dost edinmiştir (Nisâ, 125). O çok içli, yumuşak
huylu, konuksever ve kendini Allah'a adamış, dosdoğru bir kimsedir (Hûd 75;
Tevbe,114; Meryem, 41; Buhârî, Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, IX,107). O, görevini
tam olarak yapan (Bakara, 124) ve kendisine suhuf verilen (A'lâ, 19) bir
peygamberdir. Ona, göklerin ve yerin sırları, yakînî bilgi bahşedilmiştir.
Bununla ilgili olarak Kur'ân'da şöyle denir: "Biz İbrahim'e, yakînen bilenlerden
olması için, göklerin ve yerin melekutunu şöylece gösteriyorduk"(En'âm, 7/75).
Hz. İbrahim, Allah'dan başka putlara, ay, güneş ve yıldızlara tapınan babası (Âzer)
ile kavmine karşı, görmeyen; batan, zevl bulan şeylere, Şeytana
tapınılmayacağını anlatmaya çalışır. Kendicinin Ulu Allah'a tapındığını, O'na
hiçbir şeyi ortak koşmadığını, onları ve yonttuklarını O'nun yaratığının,
dolayısıyla o'na ibadet, şükür etmeleri gerektiğini, çünkü O'na döneceklerini
bildirir. Onlar, hattâ babası, bu dâvete uymadılar. Ona, babalarını da böyle
bulduklarını söylediler (En'âm, 74-80; Enbiyâ, 58-67; Sâffât, 85-95: Meryem, 44;
Ankebût, 17; Şuarâ, 70-82). Hz. İbrahim, düşmanının putlar; dostunun da
âlemlerin Rabb'i olduğunu belirterek şöyle diyor: "Beni yediren de, içiren de
O'dur. Hasta olduğumda bana O şifâ verir. Beni öldürecek, sonra da diriltecek
O'dur. Âhiret gününde yanılmalarını bana bağışlamasını umduğum O'dur" (Şuarâ,
26/79-82). Hz. İbrahim, görevini yapmış, tebliğde bulunmuştur. Onu ateşe
atarlar, fakat Ulu Allah onu ateşten kurtarır (Ankebût, 24; Enbiyâ, 70; Sâffat,
93).
Kur'ân-ı Kerîm, Hz. İbrahim ile ilgili olarak verdiği kıssalarda insanlara,
Allah ve âhiret inancı konusunda yol göstermekte, ibret vermekte ve onları
düşünmeye dâvet etmektedir (bkz. Bakara, 260; En'âm, 76-79; Sâffât, 85-94).
Allah Teâlâ, Hz. İbrahim'i ve onun soyundan gelenleri peygamber kıldı. Onlara
iyi işler işlemelerini, namaz kılmalarını, zekât vermelerini emretti (Enbiyâ,
73). Hz. İbrahim, Allah'dan, iyilerden olacak bir çocuk istedi (Sâffât,100-101).
Allah da ona ihtiyarlığında İsmail ve İshâk'ı verdi (İbrahim, 39).
İsmail çocukken babası, rüyasında onu kurban ettiğini gördü ve bunu ona açtı.
İsmail, babasına emrolunduğu şeyi yapmasını, kendisini sabredenlerden olacağını
söyledi. Böylece Hz. İbrahim, oğlunu kurban etmek için yanı üzere yatırdı. Ulu
Allah, rüyasındaki emre bağlılıkları sebebiyle bir kurban gönderdi (Sâffat,
102-107). Hz. İsmail doğru, uysal, sabırlı, sözünde sâdık bir kimse olarak
Cebrâîl aracılığıyla kendisine vahyedilen, Allah'ın bir peygamberidir; çevresine
zekâtı, namazı emretmiştir (Sâffat,101; Meryem, 54-55; Enbiyâ, 85; Sâd, 48;
Bakara, 156; Âlu İmran, 84).
Hz. İshâk da doğru, sâlih, mübârek kılınmış, hidâyete erdirilmiş, âhiret yurdunu
düşünen, gönülden Allah'a bağlı bir peygamberdi (Enbiyâ, 72; En'am, 84; Saffât,
113; Sâd, 45-47). İshâk, annesi çok yaşlıyken Allah'ın bir lütfu olarak
bahşedilmiş ve annesi bu olaya çok sevinmiştir (Zâriyât, 29-30; Hd, 72-73;
Meryem, 49; Sâffat 112). Hz. İshak da, Hz. İbrahim ve Hz. İsmail gibi, kendisine
vahyolunan peygamberlerden olmuştur (Nisâ, 163; Hd, 71).
Hz.Yakûb, Hz.İshâk'ın ardından müjdelenen, kendisine vahiy indirilen
peygamberlerden, dinde kuvvetli, hâlis, sâlih, sabırlı, hidâyete erdirilmiş bir
kimse idi (Bakara, 136; Âlu İmran, 84; Nisâ,163; Hûd, 71). Hz. Yakûb'un en
sevgili oğlu Hz. Yusuf; ihlâslı, ilim ve hikmet sahibi, güzel bir yaratılışa
sahip, Rüyâ tâbirini bilen, kendisine vahiy gelen peygamberlerdendi (Yûsuf,
4-8,15, 21-24; En'âm, 84; Mü'min, 34).
Hz. Yusuf, çocukluğunda bir gün babasına, "rüyamda on bir yıldız, güneş ve ay'ın
sona secde ettiklerini gördüm" der (Yûsuf,12/4). Bu rüyâyı dinleyen babası ona,
bunu kardeşlerine anlatmamasını söyler (Yûsuf, 5). Ayrıca Hz. Yakub, ona, Allah
tarafından seçileceğini, kendisine rüyâ tâbiri öğretileceğini, daha öncekilere
olduğu gibi, Allah'ın hem ona, hem Yakub âilesine nîmetini tamamlayacağını
söyler (Yûsuf, 6). Kardeşleri, rüyâsında gördüğü gibi, Yûsuf'u kıskanırlar. Onu,
ortadan kaldırmayı plânlarlar. Babalarının iknâ ederek onu yanlarında götürür ve
kuyuya atarlar. Onu bir kurdun yediğini söyleyip, kanlı gömleğini babalarına
gösterirler. Bir yolcu kafilesi, Yusuf'u kuyudan çıkarıp beraberlerinde Mısır'a
götürerek bir vezîre satarlar. Vezirin karısı, Yusuf'a âşık olur ve kendisine
sahip olmasını ister. Yusuf reddedince de kadın, ona iftirâ eder ve Yusuf
zindana atılır. Zindanda, rüyâ tâbir eder. Mısır Melîki, bir rüyâ görür. Bu
rüyâyı, kimse tâbir edemez. Yusuf'un iki hapishane arkadaşı, onu Melîke tavsiye
ederler. Melîkin rüyâsını yorumlayan Yusuf, saraya alınır ve Mısır hazînesine
memur yapılır. Bir süre sonra, zahîre almak üzere Mısır'a gelen kardeşleri, onun
huzûruna çıkarlar. Yusuf, kardeşlerini tanır, bir vesileyle ailesini Mısır'a
getirtir. İsrail oğulları, böylece Mısır'a yerleşirler (Yusuf, 7-100).
Hz. Yusuf zamanında Mısır'a yerleşmiş olan İsrailoğulları, daha sonra Firavun'un
zulmüne uğrayarak, uzun bir esâret hayatı yaşamaya başlarlar. Onları bu
sıkıntıdan Hz. Musa kurtarır.
Tevrât'a Göre Hz. Musa
Yusuf un ölümünden sonra Mısır'da Yahûdiler çoğalmaya başlayınca, yeni Firavun,
Yusuf'un hizmetlerini unutup bundan endişelendi. ilerde ülkelerine yönelecek bir
saldırıda düşmanla işbirliği yapmaları endişesiyle onlara eziyet etmeye başladı.
Bu arada onların çoğalmalarını önlemek için, her doğan erkek çocuğun
öldürülmesini emretti. Musa, işte böyle bir zamanda doğdu. Annesi onu, ancak üç
ay gizleyebildi. Sonra onu ziftlenmiş bir sepete koyarak ırmağa bıraktı. Nil
kıyısındaki sazlıklara bıraktığı sepetin durumunu, Musa'nın kız kardeşi Meryem
gözlüyordu. Nil'de yıkanmakta olan Firavun'un kızı, onu buldu ve bir İbrânî
çocuğu olduğunu anlayıp ona acıdı. Meryem, çocuğu emzirmesi için bir İbrânî
kadın çağırabileceğini söyledi. Firavun'un kızının kabul etmesi üzerine gidip
annesini çağırdı. Çocuk ona verildi ve "sulardan çekilmiş" anlamına gelen "Moşe"
(Musa) adı verildi (Hurûc Çıkış, I/8-22; II/1-7). Musa, gençlik yıllarında
Yahûdilerin yanına gider, şikâyetlerini dinlerdi. Yine bir gidişinde,
Mısırlılardan birinin, bir Yahûdiyi dövdüğünü gördü. Yahudiyi koruyarak
Mısırlıyı öldürdü. Olayın duyulması üzerine Musa, Midyan'a kaçtı. Orada Midyan
kâhininin kızıyla evlendi. Kâhinin sürüsünü otlatırken, Tanrı'nın meleği,
Horeb'de bir çalı ortasında, ateş alevinde ona göründü. Yanan çalının ateşi bir
türlü bitmek bilmiyordu. Bunu merak edip geri dönen Musa'yı çalının ortasından
Allah çağınp şöyle dedi: "... Ben, babanın Allah'ı, İbrahim'in Allah'ı, İshâk'ın
Allah'ı ve Yakub'un Allah'ıyım. Ve Musa yüzünü örttü; çünkü Allah'a bakmaya
korkuyordu. Ve Rab dedi: Gerçekten Mısır'da olan kavminin sıkıntısını gördüm...
Onların feryâdını işittim; çünkü onların acılarını bilirjm... Ve şimdi gel ve
benim kavmimi, İsrailoğullarını Mısır'dan çıkarmak için seni Firavun'a
göndereyim" (Hurûc-Çıkış, III/1-13).
Böylece Musa, Yahûdîleri Mısır'dan çıkarmak üzere görevlendirilmiş oldu. Kardeşi
Hârun da ona yardımcı olarak verildi. Bu görevi yerine getirmek üzere Musa
Mısır'a geri döndü. Kavmini Mısır'dan çıkarıp Ken'an diyarına götürmek
istediğini, bunun Allah'ın emri olduğunu söyleyince Firavun, "Allah kimdir ki,
ben ona itaat edeyim" diyerek onları saraydan kovdu. İkisi arasında mücâdele
başladı. İş, mucize göstermeye kadar vardı. Firavun, bütün sihirbazlarnı
topladı. Onlar da bütün hünerlerini ortaya koydular. Musa'nın asâ'sı (değneği)
kocaman bir yılan olup, onların bütün sihirlerini yuttu. Bütün bunlara rağmen
Firavun, İsrailoğullarının Mısır'dan çıkmalarına izin vermedi. Bunun üzerine Rab
Yahve, "Mısırlılara belâ vereceğini, insandan hayvana kadar bütün ilk doğanları
öldüreceğini" bildirdi. Allah, Musa aracılığıyla Mısır topraklarına "on felâket"
verdi. Firavun, bu işlerin olduğunu görünce onların Mısır'dan çıkmalarına izin
verdi.
İsrail oğulları, Kızıldeniz'e doğru yola çıktılar. Ancak Firavun, kararından
pişman olarak onların peşlerine düştü. Kızıldeniz'e ulaştıklarında Musa elini
denize uzattı, sular yarıldı, İsrail oğulları geçti. Sonra Musa tekrar elini
uzattı, sular eski halini uldı ve Firavun ile ordusu boğuldu (Hurûc Çıkış, VII/9-12;
XII/21-31).